Tanrı “RA” , İçimizdeki GÜNEŞ
Dünya üzerindeki yaşamsal oluşuma ana enerji kaynağı olan Güneş, çok eski zamanlardan bu yana hayat veren kozmik bir ışın kaynağı olarak farkedilmiş, kutsallaştırılmış ve mitolojik semboller ile bedenlendirilmiştir.
Antik Mısır medeniyeti mitolojisinde bir şahin kafası ve kafasının üzerinde taşıdığı güneş diski ile canlandırılan Güneş tanrısı “RA” tüm diğer tanrı ve tanrıçaları kendinden yaratan tanrıydı. Tanrı RA, kendi kendini yaratmış olandı, yaratılmamış olan ve sonsuz ruhtu. Diğer tanrı ve tanrıçalar, Güneş tanrısı “RA” ya ait olan parçalardı, onun tarafından, ondan yaratılmışlardı ve tüm bu parçalar tanrı RA’ da bütünleşmekteydiler. Güneş’ e addedilen yaratılmamış olmanın ve yaratmanın ilahi gücü, Güneş’in sistemin odağında, ana kumandasında oluşunu ve hayat için gereken yaşamsal kaynağı sağlayan vazgeçilemez unsur oluşunun fark edilişi ile başlamaktaydı. Güneş’in, ruhun yaratıcılığını yansıtan enerjisini astroloji tarihsel geçmişinden günümüze kadar taşımaktadır.
Tanrı RA, evren henüz bir kaos halindeyken, her yer kopkoyu bir karanlık içindeyken ve ne yer, ne gök, ne insan bulunmazken kutsal tepeye yerleşmiş ve karanlığa karşı kendi nurunu yaratmıştı. Ra’nın ışınları ile aydınlanan evren, karanlık kaosundan kurtuldu. Ve tanrı Ra bedeninden ayırdığı parçalar ile diğer tanrı ve tanrıçaları yarattı. Böylece yer, gök ve insanlar varoldular. Bilimsel araştırmalar; bugün için Güneş sistemindeki diğer gezegenlerin meydana gelen bir patlama sonucunda oluştuğu teorisini geliştirmekte. Büyük patlama sonucunda Güneş’in etrafında oluşan geniş bir disksel alanın üzerinde Dünya’nın da dahil olduğu diğer gezegenler ve gökcisimlerinin oluşmuş olmasından bahsetmekte. Güneş’in cisimcikleri ile oluşmuş olan Güneş sistemi, Tanrı Ra’nın bedeninden oluşmuş diğer tanrı ve tanrıçalar, gezegenler ve gökcisimleri ile mistik bir benzerlik çizmekte.
Antik Mısırlılar, Tanrı Ra’nın yeryüzünde insanların yaşayabilmesi, nefes alabilmesi için 4 büyük rüzgarı oluşturmuş olduğuna ve Nil nehrinin taşmasını böylece sağladığına inanmaktaydılar. Mısır medeniyeti için hayati önem taşıyan Nil nehrinin taşması sonrasında çekilen sular geriye bereketli, verimli topraklar bırakmaktaydı. Güneş Tanrısı Ra’nın ilahi gücü karşısında Mısır firavunları kendilerini tanrı Ra’nın oğlu olarak ilan etmeye, onun soyundan geldiklerini söylemeye başladılar. Onun yüce makamına yakın olmak arzusu ile Güneş Tanrısı Ra için tapınaklar inşa etmekte ve artık Antik Mısır halkı tarafından tanrısal özellikler taşır olarak anılmaktaydılar.
Ra hayat bahşeden bir tanrıydı, yaşam veren ışıklarını adil ve cömert bir şekilde kimseyi ayırıma tabii tutmadan eşit bir şekilde dağıtır ve sonrasında batı ufkundan yeraltındaki yaşama geçerdi. RA, öğlen vakti güneşin tam tepede bulunduğu ve tüm haşmeti ile göründüğü zamanın adıydı. Sabah saatlerinde çocuk, öğlen saatlerinde olgun, akşam saatlerinde yaşlı olarak görülmekteydi. Batı ufkunun altı, burası ölüler diyarıydı. Güneş tanrısı RA, geceleri ölüler diyarına indiğinde yeryüzünü aydınlatması için yine kendinden bir parça ile Ay Tanrısı Thot’u yaratmıştı. Böylece gündüzlerin tanrısı Ra, gecelerin tanrısı Thot oldular.
Tanrı Ra’nın iki şafağı bulunmaktaydı. Biri her sabah doğu ufkunda beliren şafağı, bu şafak yaşayanlar içindi. Doğu şafağı, yeniden doğuşu, canlanmayı, dirilişi, bedenlenmeyi ifade etmekteydi. Diğer şafak batı şafağı, bu şafak ölüler diyarı içindi. Astroloji de doğu ufkunun yükselen (ASC) olarak tanımlanıyor ve batı ufkunun alçalan (DSC) olarak tanımlanıyor oluşunun sembolizmasının yaratılışını burada açıkça görmekteyiz. Batı ufkunun altı, burası ölüler diyarıydı. Ölüler diyarında gece boyunca yolculuk yapan tanrı Ra, kendisinin görevlendirdiği yeraltı tanrısı Osiris’in sorgusundan geçebilen ruhlar ile görüşebileceği katına çıkar, tekrar doğu ufkundan görünür ve yaşamı canlandırırdı. Tekrar doğuşun, yenilenişin, dirilişin sembolizmasını taşıyan bu mit ile antik Mısırlılar, nasıl yeryüzünde bir Nil nehri varsa , gökyüzünde de bir nil nehrinin var olduğunu ve tanrı RA’nın gemisi ile birlikte bu nehirde dolaşmakta olduğunu varsaymaktaydılar. Gece ve gündüzü oluşturan bu dolaşım ruhun yaşam, ölüm ve tekrar diriliş döngüsünü de ifade etmekteydi.
Tanrı RA ölülüler diyarına geçtiğinde onun ölülere yaşam bahşetmesini ve tekrar dirilişlerini sağlamasını engellemek isteyen karanlık güçler ile savaşmak zorunda kalıyor fakat her defasında bu karanlık güçleri yenmeyi başarıyordu. Ona en büyük zorlukları çıkaran dönüşümü simgeleyen Apopis yılanıydı. Bu büyük devasa yılan Tanrı RA’nın doğu ufkundan yükselmesini engellemeye çalışır fakat RA, her defasında Aposis’i yener ve doğu ufkundan yükselen ışınları ile birlikte gündüzü, kaçınılmaz dönüşümü, yeniden doğuşu başlatırdı.
“Kalpleri batıyı düşünmeyecek şekilde yaptım” deyişi ile Güneş Tanrısı RA, insanların batı ufkunun altını yani ölümü değil, doğu ufkunun üstünü, yeryüzünü düşünecek, varoluşsal özlerini, canlılık, yaşam sevgisi ve istek ile gerçekleştirecek olacaklarına işaret etmiş olmalı. Güneş tanrısının kendi yaratıcılığını gerçekleştirmesine izin verdiğimizde ve bizler herbirimiz kendi Güneş’imizin izlerini takip ettiğimizde içimizdeki Güneş tanrısının özümüzle bütünleşiyor olduğunu çok daha yakından hissedebiliriz.
Dilâra Başar Efeoğlu
Faydalanılan Kaynak: http://media.turuz.com/Turkologi/Tarix/2011/357-Misirlilarin_Dini_Inanc_Ve_Adetleri_(Milatdan_Onceki_Devirler)_(Hasan_Ergin)_(Ankara-2007).pdf